Teknolojiye kisa bir ara verelim.
Felaket tellallığı yapmak istemem ama son zamanlardaki gelişmeler gerçekten tüylerimi ürpertiyor. Batı ile Rusya’nın Suriye, İran, Kırım ve Ukrayna eksenindeki anlaşmazlıklarını çözme çabaları, “Acaba Türkiye de aynı kaderi paylaşma masasına mı konuyor?” sorusunu akıllara getiriyor. Zira önce Almanya, şimdi de ABD, Patriot savunma sistemlerini Türkiye’ye konuşlandırmayı teklif ediyor. Suriye krizinin tam olarak sona ermediği bir dönemde gelen bu jestlerin zamanlaması son derece manidar.
ABD, bir yandan PKK ve IŞİD’le mücadelemize destek verir gibi görünürken, diğer yandan Washington ile Ankara arasında diplomatik temaslarda hala sert demeçler havada uçuşuyor. “Müşterek operasyonlar” masada duruyor, ama medyanın manşetleri “Güvenilir müttefik mi, yoksa çıkarların oyuncağı mı?” sorusunu tekrar tekrar sormamıza neden oluyor.
Bütün bunların arkasında yoğun bir propaganda ve meşruiyet sınaması olduğu izlenimi var. Türkiye’ye yapılan silah sevkiyatları, medyaya “katliam”, “savaş suçu” ve “IŞİD’le çatışan sivillere yönelik baskı” başlıklarının servis edilmesiyle birlikte sunuluyor. Sanki “Bakın, size yardım ediyoruz ama bu yardımın hukuki ve ahlaki altyapısı tartışmalı” mesajı veriliyor.
Bu senaryoda, Batılı güçlerin bölgede denge kurma derdinin yanı sıra, Türkiye’yi de pazarlık kozuna dönüştürmek istediğini düşünüyorum. “Müttefiklik” kavramı silah sistemleri sevkiyatıyla sembolize edilirken, medya ve diplomatik retorik bambaşka bir hikâyeye hizmet ediyor.
Coğrafi konumu ve stratejik önemi nedeniyle Türkiye hâlâ pek çok büyük oyunun merkezinde. Jeopolitik riskler, sadece sahadaki operasyonlarla değil, aynı zamanda zihinlerdeki algı savaşlarıyla da şekilleniyor. Kamuoyunun dikkatini bu konuda daha da sık toplaması, ülkemizin menfaatlerini korumak adına hayati önemde.
Bir yanıt yazın